Portre Haber / Edebi-Biyografik İnceleme
Sürgün, Kalem ve Direniş: Gökhan Yavuzel Üzerine
Edebiyat sadece bir yazın biçimi değil, aynı zamanda bir varoluş biçimidir.
Gökhan Yavuzel’in edebi serüveni tam olarak bu tanımı doğrular nitelikte. Hem yazdıklarıyla hem yaşadıklarıyla, Türkiye’nin son yıllardaki edebiyat ve düşünce dünyasında en çok dikkat çeken isimlerinden biri oldu. Onu anlatmak için yalnızca “yazar” demek yeterli değil; çünkü onun hikâyesi aynı zamanda sürgünün, politik baskının, ifade özgürlüğü mücadelesinin ve bireysel bedellerin hikâyesi.
Taklit Edilmesi Zor Bir Kalem
Yavuzel’in edebiyatı; biçimsel olarak cesur, içerik olarak derinlikli. İnsan ilişkilerinden melankoliye, siyasal çürümüşlükten kişisel ağır travmalara dek uzanan tematik yelpazesiyle dikkat çeken yapıtları, farklı çevrelerde hem estetik hem de düşünsel açıdan güçlü bir karşılık buldu. Eleştirmenler onun kalemi için “kelimelerle adeta raks eden bir üslup”, “içeriden konuşan ama mesafeyi hiç kaybetmeyen bir ton” tanımlamalarını kullandı. Taklit edilmesi zor; ama etkisi kolayca hissedilebilen özgün bir dil kurdu.
Önce Ödül, Sonra Yasak, En Son Ceza
Ancak bu kalemin ardında, ağır bedellerle örülü bir mücadele vardı. Yavuzel, yazdığı yazılar ve özellikle kültür-sanat alanında kaleme aldığı eleştirel metinler nedeniyle Türkiye’de çeşitli davalara konu oldu. Eserleri devlet tarafından önce ödüllendirildi, ardından aynı devletin kurumlarınca yasaklandı. Nihayetinde 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu, Türkiye’de bir yazarın yalnızca yazdıklarıyla yaşadığı çelişkilerden sadece biriydi. Devletin bir yandan “örnek edebiyatçı” olarak sunduğu bir kalemi, aynı anda “tehlikeli fikir taşıyıcısı” olarak cezalandırması, Türkiye’nin ifade özgürlüğü karnesindeki derin yarıklardan birine işaret ediyordu.
Tek Bir Bildiriyle Susturdu
Basın ayağında da benzer bir tablo ortaya çıktı. Özellikle yandaş medya kanallarının güçlü isimleri ve Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesi gibi yayınlar tarafından sistematik biçimde hedef gösterildi. Ancak bu karalama kampanyaları uzun sürmedi. Uluslararası kamuoyuna hitap eden güçlü bir bildirisi, onu hedef gösteren yayınları susturdu. Yavuzel’in kalemi yalnızca edebiyat çevresinde değil, politik arenada da etkili bir karşılık buldu. Tek bir metinle geri adım attırabilecek denli kuvvetli, sesi bastırılamayacak denli etkili bir yazar portresi çizdi.

Kalem Yerine Silah Taşımak
Yaşadığı yoğun tehditler ve fiziksel güvenlik kaygıları onu bir dönem, belinde ruhsatsız bir silahla dolaşmak zorunda bırakacak kadar köşeye sıkıştırdı.
Yazarların kalemle yaşaması beklenirken, onun gibi bir kalemin bir süreliğine silahla yaşaması gerekmesi, yalnızca bireysel bir trajedi değil, bir dönemin panoramasıydı. Gökhan Yavuzel’in deyimiyle: “Eli kalem tutan bir yazarın, kalem yerine silah taşımaya mecbur bırakılması, ülkenin ruh halidir.”
İnsani Yönüyle: Sınır Tanımayan Bir Ruh
Gökhan Yavuzel’i yalnızca yazdıklarıyla tanımlamak eksik olur. Onu yakından tanıyanların bildiği bir gerçek var: Melek gibi bir kalbi var. Çocukla çocuk, yaşlıyla yaşlı olabilecek kadar empati sahibi; ama aynı zamanda kendi alanında son derece hırslı, korkusuz ve kararlı. Merhameti derin, duyguları yoğun; ama yeri geldiğinde fevri çıkışlar yapmaktan da çekinmeyen bir karakter. Ne mesafelere, ne kurallara, ne de sınır çizgilerine tam anlamıyla teslim olmuş biri değil. Onun hayatında şahit olduğum bazı durumlar, bana hep şu cümleyi
düşündürttü: “Gerçekten de bazı insanlar, dünyayı sadece yazdıklarıyla değil, yaşama biçimleriyle de değiştirir.”
Sürgünde de Rahat Yok
Sürgün, her zaman bir özgürlük vaadiyle gelmez. Gökhan Yavuzel’in hikâyesi bunun somut bir örneği. Türkiye’den ayrıldıktan sonra İngiltere’de sürgün hayatını sürdüren Yavuzel, burada da hem bireysel tehditlerle hem de devletin gözetimiyle karşı karşıya kaldı. 2022 yılında kendisine yönelik fiziki bir saldırının ardından yaptığı eleştirel bir paylaşım nedeniyle hakkında başlatılan dava süreci hâlâ devam ediyor. Ayrıca Kasım 2024’te, Londra’da Kürtlere yönelik polis baskınlarını sosyal medya üzerinden eleştirmesi üzerine, kamuoyunun hükümete karşı tepki göstermesine neden olan bu çıkışı, onu bir kez daha hedef haline getirdi. Soruşturma kapsamında gözaltına alındı ve bu dosya da henüz kapanmış değil.
Yaşadığı artan baskılar sebebiyle, bir dönem yaşadığı Galler’i terk ederek İngiltere’nin başka bir bölgesine taşınmak zorunda kaldı. Sürgün hayatının bile kendi içinde bir sürgüne dönüştüğü bu süreç, hem karşıt gruplardan gelen tehditler hem de İngiltere hükümeti nezdindeki siyasi baskılarla birleşerek, Yavuzel’in güvenliğini ve yazma alanını giderek daralttı.

Söyleşiden Kaçınmadı, Tekrarı Reddetti
Kendisiyle uzun süredir bir röportaj yapmak istiyordum. Ancak söyleşi yapmaya pek yanaşmadı. “Soracağınız soruları zaten biliyorum, daha önceki röportajlarda da konuşuldu. Tekrara düşmek istemiyorum,” diyerek nazikçe geri çevirdi. Bu nedenle bu yazı, doğrudan bir söyleşi değil; farklı kaynaklardan ve sınırlı ölçüde verdiği yanıtlarla oluşturulmuş bir portre denemesi olarak değerlendirilmeli.
Dönüş Değil, Direniş
Bugün Gökhan Yavuzel, sürgün hayatını İngiltere’de sürdürüyor. Ancak onun için sürgün, bir geri çekilme değil; edebiyatla, kelimeyle ve hafızayla yürütülen bir mücadele biçimi. Kalemi hâlâ sivri, sesi hâlâ net, yazdıkları hâlâ yerli yerinde.
Türkiye’ye dönüşü ise şu an için pek olası görünmüyor. Mevcut koşullarda böylesi bir dönüşün ancak hukuki güvenceler ve ifade özgürlüğü konusunda somut adımlar atılmasıyla mümkün olabileceğini vurguluyor. Aksi halde, geçmişte duygusal reflekslerle alınan kararların açtığı ağır bedellerin tekrarına izin vermeyecek kadar farkındalıklı ve stratejik bir noktada artık.