Kalbin Kapalıyken Peygambere Yakın Olsanda Fayda Vermez

3 mins read

“Babası, ‘Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!’ dedi.” (Meryem, 19/46)

Allah’a kulluk amacıyla yaratılmış olan insan, dünyada hiçbir zaman başıboş bırakılmamıştır. Aklî melekesi yerinde olan insan, ergenlik döneminden itibaren Allah’a kullukla yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yerine getirmede insana akıl ve ira-de verilmesi yanında, kendilerine vahyedilen ayetler ve peygamberler aracılığıyla hidayet yolu da gösterilmiştir. Allah’a kulluğa giden yol “hidayet”, Allah’a kulluktan sapan yol ise “dalâlet” olarak adlandırılır. Esasen Allah’a kulluğun temelinde yatan gerçek, dünya ve ahirette insanın mesut olmasıdır. Bu amaçla yaratan ve onu dün-yaya gönderen yüce Rab (c.c), peygamberleri aracılığı ile insanla Yaratanı ve insanla-rın birbirleri arasındaki ilişkileri düzene koymayı amaçlayan hükümler va’zetmiştir. Zira ahlakî olgunluğa erişmemiş ve sorumluluk bilincine sahip olmayan insan, nankördür, bencildir. Mala, mülke ve makama karşı hırslıdır, şehvetine düşkündür. Nefsi daima kötülüğü emreder. Acelecidir, bu yüzden öncelikle dünyayı tercih ede-rek ahiretini geri plana alır. Nimete kavuştuğunda şımarır, mahrumiyet ve musibet hâlinde ise sabırsız ve ümitsiz olur.

İnsanoğlu, kendisini tökezletsin diye bu özelliklerle yaratılmamış, aksine akıl ve iradesi sayesinde tercihini belirleyeceği imtihan için yaratılmıştır. Bunun için Allah Teâlâ insana, yukarıdaki olumsuz yetenekler yanında, hem akıl, düşünme, muha-keme etme, öğrenme ve hatırlama gibi yardımcı melekeler, hem de doğruyu, iyiliği ve güzelliği, hakkı ve adaleti temsil eden yetenekler bahşetmiş, bunları da vahiyle desteklemiştir. Bu anlamda Kur’an’da şöyle buyurulur.

“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa er-miştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10)

“Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?”

Cenâb-ı Hakk, dalalete düşmesin diye daha ilk insan Âdem (a.s)’i peygamber olarak görevlendirerek kendisine vahiy göndermiştir. Ondan sonra da bütün za-manlarda tüm insanlığı peygambersiz ve vahiysiz bırakmamıştır. Buna göre insan, hidayet ve dalalet yollarının önünde, vahyin ışığında, akıl ve iradesini kullanarak istediği yolu belirleme hürriyetine sahiptir. Elbette hidayet yolunu seçen insan, Allah’ın ebedî mükâfatı olan cennet yurdunu kazanmaya namzet, meleklerin bile gıpta ettiği insandır. Dalalet yolunu seçen kimse ise, yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi, kendini ziyana ve hüsrana sürükleyen insan olacaktır. Allah Teâla, herkesin hidayet yolunu seçmesini arzu eder ve daima bunu öğütler. Daha Kur’an’ın ilk say-fasında, her gün namazlarımızda defalarca okuduğumuz Fâtihâ suresinde, üzerinde yürümemiz gereken yolu bize dua mahiyetinde öğretir. Şöyle ki:

“Bizi doğru yola, sırât-ı müstakîm’e, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gaza-ba uğrayanların yoluna ve sapıkların yoluna değil!”

Aynı şekilde, hidayet yolunu tutan bizlere, “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşeden-sin.” (Âl-i İmrân, 3/8) şeklinde dua etmemizi öğreterek hidayette devamlı olmamız gerektiğine işaret eder.

“Sırât-ı müstakîm”de yürüyerek hidayeti tercih edenler, Allah’ın özel nimeti ile taltif ettiği peygamberler, sıddîklar ve şehitlerle beraber haşr olunacaklardır (Nisâ, 4/69). Onlar için dünyada, ölüm anında, kabirde ve mahşerde korku ve endişe olma-yacak, Allah’ın özel olarak görevlendirdiği melekler onlara arkadaş olacaktır (Fussilet, 41/30).

Ne var ki, Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.” (İnsan, 76/3) ayet-i kerimesinde belirtildiği gibi, iradesini yanlış yolda kullanıp, kötü temayüllerinin esiri olan ve geçici dünya zevklerini ebedî saadete tercih edenler, her devirde var ola gelmiştir. Bu da dünyada-ki sınavın gereğidir. Öyle ki, Cenab-ı Hak, sevgili Peygamberimizin tüm gayretlerine rağmen, en tehlikeli düşmanlara karşı kendisine kalkan olan amcası Ebû Tâlib’e iman nasip etmemiş; Hz. Nuh, ciğerpare yavrusunu ve aynı yastığa baş koyduğu karısını; Hz. İbrahim (a.s) de giriştiği tüm gayret ve yöntemlere rağmen, kendini büyütüp besleyen sevgili babasını hidayete getirememiştir. Üstelik babası tarafından kaba ve sert bir tavırla kovularak ölümle tehdit edilmiştir. Çünkü kalpler, imtiha-nın sırrı olarak hidayeti kendisi arzulayacak, sınav da böylece başarılmış olacaktır. Cenab-ı Hakk, sevdiklerimizle beraber bizleri hidayetten ayırmasın.

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe