Ahi Çelebi Cami

5 mins read

İstanbul’da meşhur Yemiş İskelesi’nde yer alan ve Kanlı Fırın Mescidi adıyla da bilinen bu cami, bugün Eminönü’nde, Haliç kıyısında Zindankapı’da sur dışında, Zindan Hanı’nın batısında Balıkpazarı Değirmen Sokağı ile Yoğurtçular Sokağı’nın kesiştiği köşededir. Bânisi kaynaklarda Ahmed ve Mahmud olarak da geçen Kemaleddin Tebrizî’nin oğlu Ahi Çelebi Mehmed’dir. 835 (1431-1432) yılında doğan Ahi Çelebi Mehmed, Fatih, II. Bayezid, Yavuz ve Kanuni dönemlerinde yaşamış ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında iki defa hekimbaşılık yapmış Türk tabibi, hekimi ve cerrahıdır. Tıp konusunda yazdığı beş eseri vardır. 930 (1523-1524) yılında Hac dönüşünde Mısır’da vefat etmiştir. Ahi Çelebi Camii’nin yapım tarihi tam olarak belli değildir. İnşa kitâbesi olmayan camiin kapısında rivayetlere dayalı 1500 yılını gösteren bir yazı konulmuştur. 1539 ve 1653 yıllarındaki yangınlarda yanan cami, XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki Hatapkapısı (eski Odun İskelesi) yangınında tamamen tekrar yandığı için yeniden inşa edilmiş; 1894 yılındaki depremde ise kısmen yıkılmış ve sadece minaresi ayakta kalmıştır. Bu tarihten sonra altına iki dükkân ilaveli fevkanî olarak yeniden inşa edilmesine izin verilmiştir. Yapıldığı tarihten itibaren faal olan ve birçok defa tekrar inşa edilerek bugüne kadar gelen camiin mimarî özelliği kaybolmuştur. Cami, Evliya Çelebi’nin meşhur rüyasını gördüğü yer olması bakımından dikkat çekicidir. Caminin yanı sıra Ahi Çelebi, Edirne’de bir medrese, bir mektep ve bir de hamam inşa ettirmiştir. Ahi Çelebi yaptırdığı cami ve Medine-i Münevvere’ye zengin vakıf gelirleri vakfetmiştir. 953 (1546) tarihli İstanbul vakıfları ile ilgili tahrir defterine göre, Ahi Çelebi Camii’ne İstanbul’da 51 dükkân, 22 mahzen; Galata’da 7 dükkân, 18 hücre; Kozlupınar’da bir bostan; Edirne’de 35 dükkân, bir hamam ve bir yer mukataası ile Çorlu’ya bağlı Karacaali, Köprüceli ve Müsellem; Hayrabolu ilçesine bağlı Umurbeyli ve Hacı Sungur; Şile İlçesine bağlı Yassıviran ve Kozluca köyleri; Hayrabolu’da Danişmendli Çiftliği vakfedilmişti. Medine-i Münevvere’ye ait vakıfları ise Çorlu, Hayrabolu, Paşmaklı (Ahi Çelebi) ve Şile’deki 47 köy teşkil etmekteydi. bağlı Digorna köyündeki Şeyh Halil Zaviyesi de Ahi Çahken’e bağlı müritlere ait bir tekke idi.

Mimarîsi:

İstanbul’da Eminönü semtindeki cami, Haliç kıyısında, Zindan Han’ın batı tarafında ve Yoğurtçular sokağı ile Değirmen sokağının kesiştiği köşede yer almaktadır. Üzerinde inşa kitâbesi olmayan yapının kapısının üstüne 1500 tarihi konmuştur. Bazı kaynaklarda Fatih döneminde yapıldığı belirtilen ancak inşa tarihi kesin olarak bilinmeyen caminin adı Sai Çelebi’nin kaleme aldığı Tuhfetü’lMimarin ve Tezkiretü’l-Enbiye’de Mimar Sinan’ın eserleri listesinde yangında harap olduğu ve tamir edildiği şeklinde kaydedilmiştir. Daha sonraları kaleme alınan Ayvansarayi’nin Hadikatü’l-Cevami’sinin matbu nüshasında bâni Ahi Çelebi’nin Kanlı Fırın Mescidi ile Yoğurtçular Camii isimli iki ibadethanesinin bulunduğu yazılmış,1231 (1816) tarihli bir başka yazmada ise bunlardan Yoğurtçular Camii’nin Ahi Çelebiye ait olduğu yazıldıktan başka hâlâ bu isimle anıldığı belirtilerek diğerinin kardeşi Fahşi (Muhasşi) Çelebi Efendi’ye ait olduğu zikredilmiştir. Hadika’nın diğer 1245 (1829) tarihli yazma Tübingen nüshasında ise sadece Yoğurtçular Camii hakkında kısa bilgi verilip, Ahi Çelebi diye meşhur olduğu ifade edilmektedir. Bu ifadelerden söz konusu eserin Yoğurtçular sokağındaki cami olduğu kesinlik kazanmıştır. Zaten Kanlı Fırın Mescidi adlı bir esere rastlanmamaktadır. Araştırmacılar matbu nüshada bir karışıklığın olduğundan bahsederler. Doğu batı doğrultusunda dikdörtgen bir mekân oluşturan cami dört sivri kemerin taşıdığı basık merkezi bir kubbe ile örtülü olup, doğu ve batı tarafa doğru tonozlu birer mekânla genişletilmiştir. Ortada bir ayak ve bunlardan duvara atılan iki kemerle genişletilen bu yan mekânlarla birlikte ölçüleri dıştan dışa 17 x 25 metredir. Taş ve tuğlanın birlikte kullanıldığı örgü malzemesinde duvarlarda taş, kemer ve örgü sisteminde tuğlaya yer verilmiştir. Caminin kuzeyinde kubbelerle örtülen bir son cemaat yeri ile sağında minaresi yükselmektedir. Kesme taş kaideli minarenin pabuç kısmından sonrası yenilenmiş, üst tarafına silindirik bir gövde ile şerefe yapılmıştır. Caminin kuzey cephesindeki ana girişi son derece basit ve sade tutulmuştur. Aynı şekilde iç mekânda da sadelik kendini hissettirmektedir. Mermer plakalarla kaplanmış olan mihrabın yenilendiği belli olmaktadır. Sağ taraftaki ahşap minberin geç Osmanlı dönemi süslemesini yansıtan rokoko tarzı desenleri yağlı boya ile boyanarak daha da kimliksiz hale getirilmiştir. Duvarlara açılan kemerli büyük pencerelerde aydınlatılan yapının, kubbeyi taşıyan dolgulu büyük sivri kemer içlerine de ayrıca büyüklü küçüklü pencereler açılarak ışıklandırılması sağlanmıştır. Yapılan tadilatlarda bu kemerlerin sağ ve sol üstlerinde sivri kemerli yeni pencere izleri çıkmıştır. Sağdaki ilave yapı üzerindeki sade basit çeşmenin kitâbesi 1281 (1864) tarihlidir. Bunlara bakıldığında Fatih döneminde inşa edilen caminin yapılış tarihinden sonra büyük onarımlar geçirdiği ve değişikliklere maruz kaldığı anlaşılmaktadır. Üstteki pencere izlerinin yanı sıra yanlara doğru ikişer payandanın sonradan vurulduğu belli olmakta, aynı durum kubbenin kare şeklindeki kubbe kasnağının çepeçevre demirle kuşatılmasından da izlenebilmektedir. İstanbul’da büyük felakete yol açan 1539 ve 1653 yangınından bir hayli zarar görmüş olan caminin ayrıca 1894 depreminde de epeyce tahrip olduğu ortaya çıkmakta, sonradan yapılan onarımların düzensizliği bu durumu teyit etmektedir. Mimar Sinan’ın tamiri 1539 yangınından sonrasına rastlamaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1990 yılında yeniden onarım programına alınarak sıvaları kaldırılmış, kubbenin kurşunları sökülmüş, etrafındaki yapılar da kaldırılarak uzun bir dönemi müteakiben restorasyonu yapılmıştır. Haliç kıyısının yumuşak zemininin yapının temellerine zarar verdiği, zaman zaman çökme tehlikesi geçirdiği bilinmektedir. Ahi Çelebi Camii’nin bir özelliği de meşhur seyyah Evliya Çelebi’nin seyyah olmasında oynadığı manevî rolüdür. Evliya Çelebi rüyasında Ahi Çelebi Camii’nde Hz. Peygamberi ve diğer peygamber ve velilerin ruhlarını, sahabeyi görür, Peygamberin elini öpmek şerefine nail olur. Bu arada “Şefaat Ya Resulallah” diyecek yerde dil sürçmesiyle “Seyahat Ya Resulallah”diyerek nasıl seyyah olduğunu seyahatnâmesinde anlatmaktadır.

Ahilik Ansiklopedisi

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe